Bilginin, bilgi olmayanla kasıtlı biçimde birbirine karıştırıldığı bir dönemdeyiz. Renata Salecl’ın dediği gibi bu bağlamda “çokseslilik ve gürültü”nün hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Doğruya, hakikate ve bilgiye savaş açan, gerçekleri eğip büken, kendisi ve kitlesi için hareket eden, çıkarları doğrultusunda oluşturduğu söylemleriyle alkış almaya uğraşan liderler yeniden sahne alırken kimi kavramların içi boşaltılıyor ya da en hafif deyimle anlamları bulanıklaştırılıyor.
Söz konusu karışıklık veya bulanıklıktan payını alan kavramların başında faşizm, otoriterlik ve popülizm geliyor. Otoriterliğe ve oradan da faşizme giden yolun ilk aşaması olan popülizm, çoğunlukla bu ikisiyle aynı anlamda kullanılıyor. Oysa demokrasi soslu bir tür baskı rejimi olan popülizmde siyaset bilimi uzmanı Nadia Urbinati’nin de ifadesiyle lider, bir çeşit temsili demokrasi oluşturuyor. Buna göre liderin belirlediği “iyi” ve “doğru” etrafında konumlananlar, arkasına aldığı kitleyle çoğunluk olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla liderin “iyisinin” ve “doğrusunun” dışında kalanların istek ve hakları törpülenmeye, hatta yok sayılmaya başlıyor. Liderin söylemini desteklemeyen ve propagandasına girişmeyen bağımsız medya ve diğer siyasi partiler devre dışı bırakılmak istenince popülist lider için otoriterlik ve faşizm yolu da açılıyor.
Urbinati, işte bu yolu incelediği ‘Ben Halkım’da, popülizm ve demokrasi ilişkisini hem yakın geçmişe hem de günümüze bakarak ortaya koyuyor.
KURUCU İKTİDAR ALANININ İŞGALİ
Urbinati, kitabı “Popülizm demokrasiyi nasıl dönüştürüyor?” sorusu ve buna aradığı yanıtlar üzerine inşa ederken hayati bir belirlemeyle konuyu genişletiyor: “Tüm popülist hareketlerin temel iddiası, ‘müesses nizam’ı veya ‘biz’ (dışarıdaki halk) ve devlet (seçilmiş ya da atanmış karar vericilerin içsel aygıtları) arasında duran her neyse onu ortadan kaldırmaktır.” Başka bir deyişle popülist liderler yeni bir rejim derdiyle öncesini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmeyi ya da yok saymayı amaçlıyor. Popülistler, hem anayasal demokrasiyi referans gösteriyor hem de hedef alıyor. Ardından, iktidara gelir gelmez temsili demokrasiyi dönüştürmeye ve yine kendi çıkarları için eğip bükmeye girişerek güçler ayrılığını çarpıtırken her şey, liderin “doğrularına” göre şekilleniyor.
Bu yeni “demokrasi”de, lider ve dar kadrosu, engelleri tek tek bertaraf etme aşamasına geliyor: “Engeller” listesinin başında yer alan siyasi partiler, politik kurumları denetleme görevi üstlenen kurumlar ve bağımsız medya, lider ve ona sadık kadro tarafından kitleye şikâyet edilerek yıpratılıp “yeni demokrasinin düşmanları” olarak gösteriliyor.
Urbinati, söz konusu süreci şöyle yorumluyor: “Popülistler parti demokrasisinin yerine popülist demokrasiyi koymak ister; başarılı olduklarında ise parti demokrasisinin sunduğu araç ve yöntemleri sınırsızca kullanarak yönetimlerini sağlamlaştırır. Özellikle iktidardaki seçilmiş lideri desteklemek için popülistler halkın (kitleyi) sürekli seferberlik içinde tutulmasını teşvik eder ya da çoğunluğun karar alma gücüne getirilmiş kısıtlamaları azaltacak şekilde mevcut anayasada değişiklikler yapar. Uygun deyişle popülizm, kurucu iktidarın alanını işgal etmeyi amaçlar.”
Urbinati, herhangi bir ideoloji olmayan popülizmin, iktidar yolunda temsili bir süreç diye değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Buna, kitlenin gönlünü kazanıp oyunu alarak “halkın menfaatleri için” düzeni sorgulama girişimi diyor yazar.
Popülizmin özünde, halkın endişelerini anlamayan bazı siyasetçilere ve entelektüellere yönelik eleştiriler ve onların kurduğu düzeni, o güne dek sesini duyuramamışlar yönünde değiştirme vaadi bulunuyor. Başka bir deyişle sıradan insanların, yerleşik politik elitleri koltuğundan edeceği belirtiliyor. Urbinati, “yeni demokrasi”nin inşa sürecinde popülistlerin, “dışlayıcı halk” kavramına sarılarak hoşnutsuz grupların sesi hâline geldiğini (en azından böyle sunulduğunu) ve kendi adıyla anılacak bir rejim kurmaya giriştiğini hatırlatırken temsili demokrasiyi nasıl dönüştürdüğünü bir de buradan açıklıyor: “İktidara gelen popülizm, seçim pratiğine meydan okumaktan ziyade bunu çoğunlukla ona liderlik edenin yüceltilmesine ve insanlarla lider arasında (sözümona) doğrudan temsilîyete dayalı yeni bir elitist yönetim stratejisine dönüştürür. Bu çerçevede, seçimler plebisit ya da tezahürat gibi işler. Yapmamaları gereken şeyi yaparlar: ‘Ex ante’ kabul edilmiş şeyin doğru yanıt olduğunu göstermek ve kazanan doğru tarafın onaylanması olarak hizmet etmek. Bu da popülizmi daha geniş bir fenomenin alt unsurlarından biri yapar: Elitlerin oluşumu ve ikame edilmesi. Popülizmi yalnızca protesto hareketi ya da anlatı şeklinde kavradığımız sürece bu olguyu görmemiz imkânsızdır. Ama onu iktidara geldiğinde kendisini dışavurduğu şekliyle ele alırsak bu diğer gerçeklikler tüm sadeliğiyle belirgin hâle gelir.”
MUHALEFETİ GÖLGEDE BIRAKMA GİRİŞİMLERİ
Urbinati, popülizmde esas noktanın, “liderin halkla kurduğu ve sürdürdüğü doğrudan ilişki” olduğunu belirtiyor. Bunun, popülizmi demagojiden farklı hâle getirdiğini anlatırken liderlerin muhalefette ve iktidardayken nasıl hareket ettiğini koyuyor ortaya: “Popülizm muhalefetteyken çoğunluk ve azınlık arasındaki düalizmi vurgulayıp anayasal demokrasiye karşı çıkarak kitlesini genişletir. Popülistler, anayasal demokrasinin tüm yurttaşların eşit politik güçte olacağını garanti altına alma sözünü yerine getirmekte başarısızlığa uğradığını iddia eder. Fakat popülistler bir kere iktidara gelir gelmez, aralıksız bir şekilde yönetimdeki liderlerinin halkın sesinin cisimleşmiş hâli olduğunu ve temsiliyette hak iddia eden herkese karşı ve onların üstünde bulunup anayasal demokrasinin kusurlarını onarmaları gerektiğini kanıtlamak için uğraşır. Popülistler, halk ve lider etkin bir şekilde birleştiği ve onları ayıran hiçbir aracı elit kalmadığı için müzakere ve arabuluculuğun oynadığı rolün önemli ölçüde azaltılabileceğini ve halk iradesinin kendisini daha güçlü bir şekilde hayata geçirebileceğini ileri sürer.”
Urbinati, popülizmi demokrasinin bir sureti hâline getiren şeylerin başında, seçimlerde oy verme ya da halkı seçimlere hapsetmenin geldiğini söylüyor. Bir başka deyişle popülizmde demokratik an sandıkla eşleştiriliyor; demokrasinin özü olan kurumlar ve kurumsallaşma dışlanıyor. Sivil özgürlükler sumen altı edildiği gibi toplumun bir bölümünün oyun dışına itildiği bir rejim kurgulanıyor, böylece bütün yerine parçalardan birinin konduğu yönetim biçimi dayatılıyor ve anayasal demokrasinin sınırları sonuna kadar zorlanıyor. Bu da yazarın ifadesiyle popülizmi, “bir kesimin iyiliği için” hareket ederken herkesi denetim altında tutmaya meyilli “hizipçi” bir yönetim biçimi hâline getiriyor. Ardından, daha fazla kişiyi saflarına katmak için çalışmalar başlıyor: “Popülist hareketler hasmane bir politik pratiğe sahiptir, böylece partizan ayrılıkların ötesine uzanıp halkın gerçek çıkarlarına yön verme vaadinde bulunan bir yönetim oluşturabileceklerini söyler. Popülizm iktidardayken sıradan çoğunluğun çıkarlarına hizmet ettiğini iddia eden ve profesyonel siyasetçilerin müesses nizamını asla üretmeyeceğine söz veren post-partizan bir yönetim gibi görünür. Muğlaklığı tam da bu ihtirasından kaynaklanır. Popülist hareketler mevcut partilere karşı toplandığında, yoğun bir taraftarlık içinde kendilerini ortaya serer ama içlerindeki ihtiras, halkın tek partisi olmak ve böylece tüm partizan bağlılıklarla muhalefeti gölgede bırakmak için olabildiğince fazla sayıda bireyi içine katmaktır.”
Partinin ve hareketin önüne geçen popülist lider, müesses nizamı geride bırakmak için çabalarken kurduğu “yeni demokrasi”yle faşizme yakın, demokrasiye uzak bir noktada konumlanıyor. Urbinati, şapkadan tavşan çıkaran ya da “mucize” yarattığı izlenimi uyandıran liderin anayasal demokrasi yerine, ayarları bozulmuş bir “temsili demokrasi” kurguladığını anımsatıyor. Bu da “kast”a karşı sıradan “yurttaşları birleştirmeyi esas alan” bir eyleme dönüşüyor. Fakat yazar bu noktada, şahsiyetçi ve kitlesinin plebistiyle beslenen liderin öne çıktığı popülizme dair bir mim koyuyor: “Nihayetinde popülizm, ister geleneksel ister dijital olsun, temsilî demokrasinin tek erkli bir düzenlemesiyle sonuçlanır: Liderinin adını alan bir hareketle…”
Urbinati, çeşitli popülizm tanımları ve yorumlarına şüpheyle yaklaşıp kavram karmaşası içinden yakın geçmişteki ve bugünkü örnekleri çekip çıkararak kaleme aldığı ‘Ben Halkım’da, halk ve müesses nizam ikiliğine ihtiyaç duyan popülist liderlerin söylem ve eylemlerinden hareketle anayasal demokrasinin dönüştürülerek otoriterliğe ve faşizme giden yolda oluşturulan “yeni temsili demokrasi”yi inceliyor. Bu süreçte popülizmin, parti demokrasisinin aksaklıklarından doğuşunu, demokrasi popülizme evrilmeye başladığında karşılaştığımız ve karşılaşabileceğimiz riskleri anlatıyor. Kısacası, dün ve bugün arasındaki benzerlikleri ve farkları vurguladığı çalışmasında, kavramsal ve yaşamsal bir köprü kuruyor.